Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) demokratikleşme paketi ve pakete verilen tepkiler Türkiye siyasi hayatının içinden geçtiğimiz dönemini çok iyi anlatıyor ve AKP’nin Türkiye’ye dayattığı yaşamı eşsiz bir biçimde dramatize ediyor.
En kısacasından söylemek gerekirse; Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Yardımcı Doçent Bülent Küçük’ün de çok çeşitli kereler söylediği gibi AKP, Türkiye’yi bir şirket mantığıyla yönetmeye devam ediyor.
Açıklanan demokrasi paketine, isminden içeriğine, hazırlanış biçiminden sunumuna kadar, multimilyoner ulusaşırı şirketleri aratmayacak bir pazarlama tekniği eşlik etti.
Uzun bir reklam kampanyasından sonra –kendisi başlı başına bir marka haline gelmiş- şirket CEO’su Recep Tayyip Erdoğan afilli bir konuşmayla ürünü kamuyla paylaştı.
Ürünün ayrıntıları daha evvelden yine büyük bir maharetle kamuya “sızdırılmış,” her sızdırmanın ardından “hayır hiç düşündüğünüz gibi değil, büyük süprizler var” denilerek beklenti ve heyecanın profesyonel bir denetimi ve kontrolü sağlanmıştı. Ürüne atfedilecek duygulara ayar çekilmiş, kıvam verilmişti.
Paketten hala “Lost” bekleyenler vardı; hayal kırıklığına uğradılar. Çıkan “Kolaturka” oldu.
Milleti tüketici memnuniyeti üzerinden değerlendiren ve tüketici profili çıkartmayı, seçilmiş kitlelerle ürün test etmeyi, görev verdiği pazar araştırma şirket yöneticileri ile ürüne son halini vermeyi katılımcılık sayan bir hükümet var karşımızda.
Millet diye seslendiği, seyircileştirdiği, şikayet-homurdanma ya da tatmin duygularının tamamını ev içine hapsetmeye mahkum ettiği kitlesinin hiçbir kırmızı çizgisine dokunmuyor, dokundurtmuyor. Aynı anda hem demokrat hem muhafazakar hissetiriyor.
Sadece kendi müşterisini değil, aklınca tüm tüketici kitlelerini son derece iyi tahlil ediyor, tanımlıyor, bölüyor, çarpıyor. Pakette dindarlara kıyafet özgürlüğü, Gezi parkı direnişinde yaşadıkları rahatsızlığa ve tedirginliğe karşı “ayrımcılık kurulu” üzerinden sürülecek yasallaştırılmış merhem var.
Azınlıklara Ruhban okulu yok ama Mor Gabriel arsaları var. Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adı verilmişti. Şimdi Hacı Bektaş Veli ismi üniversiteye veriliyor. Skor eşitleniyor.
CEO değil sadece yani. Esnaf aa. Hesap kitap tutuyor. Biriktirdiklerinin çok azıcık bir kısmıyla devasa borçlarının daha da azıcık bir kısmını ödüyor, çoğunu yine kendine, kendi kitlesine yatırıyor; sermayeyi büyütüyor.
Üstelik her büyük şirket gibi ürününün, içinde dolaşıma gireceği pazarı (mekanı ve zamanı) da tanımlıyor. Muhaliflerin kimi demokrasi karşıtı olduğu için eleştirecek onu, kimiyse ''terörist'' oldukları için, biliyor.
27 Mayıs’tan başlayan ve “milletin” (muhafazakarlığın) iradesinin hiçe sayılışının merkeze alındığı bir tarihin içine sürüyor ürününü. Diğer tüm tarih anlatıları parlak ışıkların gölgesine gizleniyor. Ya da ışığın parlaklığı karşısında eriyip yok oluyor.
Köküne kadar sermayeci o yüzden eşitlik de mezhebine uymuyor. Diğer şirketlerle girdiği rekabette üstünlüğü sağlamaya devam etmek için çeşit çeşit taklalar atıyor, barajı düşürmüyor. Toplantı yasası hala kısıtlamalarla dolu. Üstelik kendi tüketicisini de kayırıyor.
Dil, din ve kimlik, sanki rekabet edilen mallarmış gibi, sanki bir çeşidi çok olunca öbürü az kalırmış gibi hesaba kitaba tabi tutuluyor. Sanki fazlası Sunnilerden çalınıyormuş gibi, cemevleri, Ruhban Okulu konu bile edilmiyor.
Peki mesela AKP, anadilinde eğitimi paralı okullara hapsederek, Kürt kimliğini orta sınıflaştıracağını mı sanıyor? Yoksa cemaatlere yeni yatırım alanları, yeni etki alanları sağlamak peşinde mi? Yoksa bu paket I-Phone 4G mi? Bir sonraki sürüm 5 mi olacak, onda her türlüsü mevcut diye herkesi bekleterek, kendi ömrünü mü uzatıyor, gelecek zamanın içinde kendine bir yer mi yapıyor?
Andımız doğrudan gelir yardımı mı bu şartlar altında; yeşil kart mı? “Adam” yerine koyup da verdiği, yere göğe sığdıramadığı engelli geliri mi? AKP yandaşlarının birçoğunun da imzaladığı “andımız kaldırılsın” metni şartlı nakit transferi yönetlmeliği mi mesela, yoksa kurban derisi mi?
AKP’nin “ürünü” de kapitalist pazarda dolaşıma giren bir çok şey gibi emeği, kapitalist el koyma biçimlerini, üretimin aslında sömürge ilişkileri içinde gerçekleştiğini unutuyor-unutturuyor. Ürün fetişleştikçe, üretici tarih gizleniyor.
Demokratikleşme için mesela emek vermişlerden 10 bin kişi hapiste hala, binlerce gerilla dağda, binlercesi toprakta. Binlerce demokrasi savaşçısı kayıp mesela. Ürettikleri özgürlük değerlerine, AKP mesela el koyuyor, paketliyor.
Mesela AKP ve diğer tüm egemenlerin ürünlerinin kırmızı çizgilerini üretmek için bu ülkede yüzlerce genç milliyetçi oluyor, avcı oluyor, linç peşinde koşuyor, sabah akşam nefretle besliyorlar kendilerini. Onlar işçilere saldırıyor. Ürettikleri nefrete el koyuyor AKP, paketliyor.
Öte yandan işler istediği gibi gitse de boş, gitmese de.
Çünkü her şirket gibi AKP de yeni bir ürünle çıkmak zorunda karşımıza çok yakında; müşteriler sıkılınca. İşçiler ayaklanınca... (NÜ/HK)